-Merhaba sayın rot, uzun bir aradan sonra yeşil sahalara döndünüz, bize biraz hislerinizden bahseder misiniz?
-Elbette sayın rot, bahsetmem mi? Bakınız uzun yıllar geçmesine rağmen halen söz etmekdeğil de bahsetmek yazınca tedirgin oluyorum. İşte bu hepimizin üzerindeki kelebek etkisidir. Bize sebep yerine neden yazdıran, mesela yerine örneğin yazdıran budur. Bu nedenle çok çeşitli duygusal salınımlar içersindeyim diyebilirim.

-Pek ala, pek şahane. Peki o zaman neden makarna?
-Şimdi şöyle, burada çok açık bir durum var. Makarna dediğimiz zaman hem peynir hem yoğurt giriyor işin içine. Biliyorsunuz, yoğurt yanıklara iyi gelen bir besin maddesi. Aynı zaman da güzellik maskelerinin bir kısmının ham maddesi. Ama dolma yerken yanında peynir yiyemezsiniz. Bulgur pilavı bol domatesliyse eğer makarnaya yaklaşabilir ama makarna olamaz. evet.

-Kahvenizi içinde kaşık olmadan içemediğinizi söylüyorlar. Neden?
-Bu benim için cevaplaması zor bir soru. Bir ressamdan fırça olmadan resim yapmasını bekleyebilir misiniz? Ya da o resimden bir hayır bekleyebilir misiniz? Ben şahsen modern sanattan anlamam. Sanatın Öyküsü'nde ancak Mısır sanatına kadar okuyabildim henüz.

-Geçtiğimiz günlerde Kadıköy'deki nadide barlardan birinde fena halde dağıttığınız söyleniyor. Bu konuda bir yorumunuz var mı?
-Şimdi bakınız, benim sanatımı icra etmemi dağıtmak olarak yorumlayan bir takım kendini bilmezler olabilir kabul ediyorum. Ama eğitim şart.

-En çok kimi kıskanıyorsunuz?
-Tek ve belirli bir kişiden söz edemem ancak şöyle özetleyebilirim. İstediklerini yedikleri halde şişmanlamayanları, Rama, Amber Yıllıkları, Gormenghast ve Harry Potter serilerini ilk kez okuyacak olanları ve son olarak da su samurlarını.

-Neden su samuru?
-Çok şahane pislik çıkarıyorlar.
Dün gerçekten son derece b.ktan bir gün geçirdim. Sabah kabus gibi bir haberle başladı, sonra benzer renkte başka bir haberle devam etti. İşin en kötü kısmı ise kendimi çok kötü, kızgın ve haksızlığa uğramış hissetmeme rağmen ortam gereği bu hislerin hiç birini yaşayamam ve hiç bir şey olmamış gibi davranmaya devam etmek zorunda kalmamdı.

Hissettiklerimi kabullenip, gerektiği gibi dışa vurmayı öğrenmek için terapide harcadığım saatleri ve paraları düşünerek eve doğru yola çıktım. Ofisten çıkar çıkmaz neşemle konuşup biraz istim attım ama hala burnumdan solumakla sinirden ağlamak arasında bir yerlerde dolaşıyordum eve geldiğimde. Üstelik eve varmama 5-10 dakika kala ipodumun sarjı da bitmişti.

Eve geldim kendime bir bardak elma suyu koydum. Dilek'in iki gün önce aldığı muhteşem yeşil elma suyundan tam da bir bardak kalmış olması bile beni iyi etmedi ki, normalde bu süper bir gün geçireceğimin işareti olarak algıyacağım bir şeydi.

Salak salak televizyon seyretmeye başladım. Hiç bir şey yoktu. Sonra aklıma Oprah show'un home tv'ye geçtiği geldi ve şansımı denedim. Dınının! Oprah show tam da olması gerektiği gibi kafamı dağıtmak üzere yeni başlamış bulunuyordu. Bir zamanlar programsız ve disiplinsiz günlerimin mihenk taşı, pijamalarımı çıkartma alarmı, öğlen oldu insan ol tabelası oprah show yine yanımdaydı. Fakat dünkü konusu suratıma şrak! sesi çıkartıp kulaklarımı çınlatarak bir tokat gibi patladı.

Program dünyanın her yerinde acı çeken kadınları konu alıyordu: tecavüze uğrayanlar, seks köleleri, işkence görenler, ölüme terk edilenler. Takdir edersiniz ki bir anda benim kıçı kırık sıkıntım gözüme çok anlamsız ve çok şımarıkça göründü. (Tamam kabul ediyorum, sonra geri geldi sıkıntı. Ama eski haşmetinden eser yok şimdi)

Programın sonunda çok harika bir video vardı.Haydi hop hemen paylaşıvereyim:



eğer dünyanın bir yerinde yardıma ihtiyaç duyan bir kadın için bir şeyler yapmak isterseniz size rehber olabilecek bir sayfa:
http://www.oprah.com/oprahsbookclub/Organizations-Help-Women-and-Children-in-Africa-and-Around-the-World
2008 yılbaşından beri kullanmakta olduğum biricik yanımda taşıma defterim bitmek üzere. Benim için kullanım süresi fazlaca uzayan bir defter oldu aslında. Bunun en önemli sebebi bir buçuk sene kadar yazacak bir şeyim olmaması elbette.
Defterim biterken geçtiğimiz üç senede neleri not almışım diye bir baktım. Sevgili defterimin nadide sayfalarını genelde yapılacak işler listeleriyle doldurmuşum. İlk listem 12.01.2008 tarihli:
-Popüler psikoloji sitelerini incele (bunu hatırlıyorum, mushu benim de bir tane yapmamı istiyordu o yüzden ödev vermişti.)
-Sanat ve hafıza ilişkisini araştır (bu konu böyle bir sitede süper olur demiştik)
-Tez makale introduction'ına başla (tezin makalesi sonraki hemen her listede var hala da bitmedi bu hafta bitecek inşallah)
-Sergileri bul (kültürel bir atılım yapma isteğim varmış sanırım)
-Manikür vs. bakıma gir (bu hep yaptığım ve sonra hep salladığım bir madde olarak hemen her listede mevcut)
-Diyetisyen bul (bu konu da ne yazık ki her zamanki gibi güncelliğini koruyor)
-Makaleleri oku (tahmin edersiniz ki okunacak makale de hep var)
-Psikoloji tekrar yap rubin conway vs. (bak bunu yaptım.)
-İçerik araştırması yap (bu ne içeriği hiç bir fikrim yok)
-Mavi odayı düzenle ( 2 ay önce taşındık ve bu madde o sırada hala gerçekleştirilmemişti. Yeni evde de bir mavi oda var bu madde hala geçerli.)
-Küçük odayı topla (bunu da yaptım)
-Kendine gel! (Sanırım bu da belirli bir zamana ait olmayan bir madde)

Bu listeden sonra uzunca bir süre liste yapmamışım. Başarısızlığın verdiği isteksizlik olsa gerek.

Arada yaptığım listelerde bir takım ucubik maddeler var. Misal:
-Müzik dinleme aleti bul
-Su iç.
-Dışardan yemek söyleme.
-Yapboz (kendime eğlenme görevi vermişim ya da satın alıcam sanırım anlayamadım)
-Zayıfla! (bak bak bir de ünlemli. öyle kolay olsaydı o işler ohooo)
-Siyah fermuarlı (?)
-Taksiye binme!!!

Listelere geri dönüp baktığımda gördüm ki bu listeler o dönemde kafamı toplamama yardımcı olmuşlar belki evet, ama aksiyona geçmemi sağlamakta pek de bir etkileri olduğunu söyleyemeyiz. Peki o zaman neden hala yapıyorum bu listeleri? İlk sebep elbette yapılacak işler listesi hazırlamanın yapılacak işleri ertelemek için harika bir bahane olması. Şimdi defterime göz atarken fark ettiğim ikinci ve ilkine göre daha sempatik bir sebep daha var ama. Bütün bu listlere hayatımın üç senesine bakmamı sağlıyor. O zaman ne önemliymiş, ne önemli kalmış, ne değişmiş. Benim için bir tür öncelikler günlüğü görevi görüyorlar.

Yine de defterim de yazan en önemli şey bu listeler değil, bir soru. Soruyu yazdığım zamanı bütün ayrıntılarıyla çok canlı bir şekilde hatırlıyorum. Mushu ziyaretine gittiğim Çorlu'dan dönüyordum. Otobüsteydim. Hava güneşliydi ve rengi çok güzeldi.

"Elektirik tellerinde neden toplar var?"
çok seviyoruz, dinliyoruz falan ama kalbimi kırdın editors. in this light on this evening ismini alenen dumanın ben burda bu akşamından apartmışsın. hiç yakıştıramadım. bak adam evlendi, çoluğu çocuğu oldu oynamasana ekmeğiyle türk rakırlarının. cıkcıkcık.
Geçen sene mart ayında M.C. okula geldiğinde master öğrencileri ile bir toplantı yapmıştı. Toplantı heyecanlı gençler sorsun adam cevaplasın amaçlıydı ancak bir tek Mel. ve ben soru sormuştuk. O toplantıda Mel M.C. ye, bu teorileri nerden buluyorsunuz, nasssı yaanii?, diye sormuştu geri kalan katılımcıların biraz kıskanan biraz da bu ne biçim soru bu diyen bakışlarının altında. Fakat soru muhatabı tarafından coşkuyla karşılanmış ve güzel bir cevapla ödüllendirilmişti.

Şimdi bir önceki postta bahsettiğim kitabı okurken çok benzeri bir bakış açısı çıktı karşıma. Diyor ki yazar bilim tarihi ve bilim felsefesini incelerken artık (tabii '74'de diyor bunu) sadece metodolojiye vs. bakılmamalı, bilim insanlarının kişisel mücadeleleri, bir buluş ya da muhteşem bir fikirle ortaya çıktıkları zaman içindeki bulundukları ruh halinden ortama kadar çeşitli koşullar da göz önünde bulundurulmalı diyor.

bilim tarihi ve felsefesi açısından önemli olabilir elbette ama bunun dışında bence bu konudaki en eğlenceli kısımlar bu tarz bilgilerden oluşuyorlar. şahsen ben galile'nin yaşama öyküsünden en fazla kız kardeşlerinin çeyizlerine para bulmak için nasıl da paralandığını hatırlıyorum. aşağıda sizlere galileo nun çeyiz paralarından önceki ve sonraki hallerine ait yağlıboya portrelerini sunuyorum:



Yeni bir kelime öğrendim bugün. Nachlass bir akademisyenin öldüğünde arkasında bıraktığı metinler, notlar, yazışmalar ve her türlü bilgi kırıntısının oluşturduğu bütün, akademik miras demekmiş.
Blogumun ilk postunu yazdıktan saniyeler sonra değerli hocamız R.C. odaya geldi ve bana iki adet kitap verdi. Kitaplar şu anda anlamak ve öğrenmek istediğim noktaya plöp diye oturdular. Hemecik ilkini okumaya başladım. Gerald Holton'un Thematic Origins of The Scientific Thought - Kepler to Einstein isimli bir kitabı. Kitap Einstein'ın bir kaç söylemiyle başlıyor ve diyor ki bodof diye "How does a normally talented research scientist come to concern with the theory of knowledge?" sorusunu suratımıza -en azından benimkine- çarpıyor. Koskoca sayntifik alanda yapacak bundan daha iyi birşey bulamadın mı diyor Einstein. Kiminle konuşsam böyle düşünüyor diyor - bu nokta blog yazarı bi dakka yaaa diye söylenmeye başlıyor - sonra bir anda hop el değiştirip okey atıyor ve diyor ki, benim böyle bir düşünceye katılmam mümkün değil adamın sinirini bozmayın! -blog yazarı burada göz yaşları içinde masadaki fişleri topluyor ve bir saattir teke dönen diğer oyunculara nanik yapıyor -

Tabi bu satırları okuduktan bir iki saniye sonra kendime geldim. Yok bir de katılsaydı, koskoca Einstein yani.
Kendime yeni bir defter aldım . Aslında yeniliği de kalmadı pek, alalı bir aydan fazla oldu. Aslında ihtiyacım da yoktu yeni bir deftere. Her zaman yanımda taşıdığım not defterim henüz bitmemişti, ve ayrıca Amerika'ya gittiğimde bitince yerine geçirmek için bir yenisi de almıştım.

Northampton'ın her yerinde mevcut güçlü kadınların kırtasiye reyonlarında temsili olarak düşünülebilecek bir seriye ait olan defterimi kullanmak için de sabırsızlanıyordum. Bu defter benim için için de planlar yapılacak, yapılacak işler listesi hazırlanacak, planlar, programlar, projeler için şaşmaz netlik ve incelikte taslaklar yaratılacak bir defter olacaktı. Üstelik yazdığım her bir işi de pıt diye yapacaktım, hiç bir üşengeçlik göstermeksizin. Defterin tasarımı da emellerime son derece uygundu.

Ama bu yeni defter çok güzeldi. Önce yaklaşık 1 ay kadar flört ettim onunla. Her sabah kahvaltımı almak için kantine gittiğimde tostumun olmasını beklerken gidip kırtasiye bölümünde sayfalarına baktım, almaya karar verip vazgeçtim. Sonra bir sabah dayanamadım ve defterin bir versiyonunu - üzerinde şemsiyeli kız olanı- Mel. için aldım.

Bu beni bir süre keser sanmıştım ama kesmedi ne yazık ki, Mel. defteri öyle çok beğendi ve mutlu oldu ki, içimdeki defteri alma isteği daha da arttı ve durdurulamaz bir hale geldi. Sonunda gittim ve defterimi aldım. Bir sabah daha tostumu sipariş bile etmeden sakin ve sinsi adımlarla kırtasiye bölümüne yöneldim, hiç heyecanlı değilmişim ve bu çok sıradan bir alışverişmiş gibi defterimi aldım, kasaya gittim ücretini verdim ve umarsız bir tavırla defteri sırt çantamın ön gözüne attım. Sonra tostumu aldım, gidip yan taraftaki minik kahveciden filtre kahvemi aldım. Ofise geldim ve kahvaltı ettim. Bir yarım saat kadar bilgisayarda oyalandıktan sonra defteri çantanın ön gözünden çıkardım ve yaklaşık bir yarım saat kadar defterimle ilgilendim. Yeni defterimin adı yourself hand book'tu ve gerekse ismi gerekse tasarımı bana bu defterin yapılacak işler ya da projeler defteri değil, düşünceler, hayaller, bir anda akla gelen süper fikirler defteri olduğunu söylüyordu. Bu nedenle ilk defteri başta onun için ön gördüğüm amaç için kullanmaya, yeni defterimi de son derece yaratıcı fikirlerimi, derin düşüncelerimi ve bilgelik dolu keşiflerimi yazmak için kullanmaya karar verdim.
Şu anda tek sorunum defterimin güzelliği ile boy ölçüşebilecek yaratıcılık ve güzellikte fikirlerin aklıma gelmiyor oluşu. Defteri her gün yanımda taşıyorum, aklıma dahiyane bir fikir gelir belki diye, ama tık yok.