Bir kaç gündür kafamda masa lambaları üzerine bir post yazmak vardı. Masa lambalarını düşünürken aklım kaçınılmaz bir şekilde çocukluğumuzun akşam üstlerini tek başına bir diktatör misali yönetmiş, güzel türkçemize logoyu kullanma isteğinden olsa gerek, yalan rüzgarı olarak çevrilmiş diziye kaydı.
Amerika'da 1973'de gösterime giren dizi halen devam ediyor. Türkiye'de ise şaaşalı günleri daha çok benim kuşağımın çocukluğunda kaldı. En son bir bölümünü seyredeli herhalde 15 yıl oluyordur. Buna rağmen bazı olaylar ve görüntüler zihnimde son derece canlı. Kafamda kalan yalan rüzgarı olaylarına bir göz atalım:

1. Ashley ve Viktor arasında bir ilişki vardı. Viktor Niki ile evliydi. Viktorya isminde mini sapsarı bir kızları vardı (sonra bir bölümde büyüyüp tabak suratlı kazulet bir kızıla dönüştü). Ashley Viktor'dan hamile kalıp bi şekilde bebeğini kaybetmişti. Bu aşk üçgeninde nedense kadınlarda bir Ashley tarafı tutma eğilimi vardı, yuva yıkan kadın olduğu halde. Onun o munis bakışları, yumuşak tavırları ve bence bir de üstüne kahverengi saçları, erkeğimi kaptıran diyen çirkefcene ve de sarışın Nikki'den daha özdeşleşilebilir geliyordu sanırım.
2. Bu Ashley'nin bir de Traci diye yazık bir kız kardeşi vardı, sarışın, böyle şişman, ezik, ne güzel ne çirkin bir insan evladı. Onun da çok yakışıklı (ona göre tabi) ve kaslı bir kocası vardı, yanlış hatırlamıyorsam Brad, bu Brad kişisi güzel ve fettan Lauren tarafından taciz ve de baştan çıkarma hamlelerine maruz bırakılıyordu. Bu üçgen de ise bütün kadınlar Traci'nin tarafını tutuyordu. Lauren'da Paul isimli sarışın kanca burunlu bir dedektifle birlikteydi yanılmıyorsam.
3. Victor'un Jack Abbot isimli ezeli bir düşmanı vardı. Jack'i başta çok çirkin bir adam oynuyordu, sonra daha sempatik ve yakışıklı bir adam geldi, o kadar nefret etmemeye başladık kendisinden. Bu Jack bir ara Nikki ile evlenmişti hatta, sürekli antin kuntin işler peşindeydi. Babasının karısıyla birlikte olmuştu (ki kendisi Jill Foster, ona da az sonra gelicem)
4. Jack, Ashley ve Traci'nin babaları olan John Abbot, Jabbot kozmetik şirketinin başındaki isimdi. Memi isminde bir yardımcıları vardı (sonradan bir aşk yaşandı galiba aralarında). Jill ile iki kere evlendi, iki kere aldatıldı. Tonton tatlı bir adamdı, onu da eskiden başka biri oynuyordu, ama eski ve yeni oyuncular birbirlerine o kadar benziyorlardı ki pek anlaşılmadı. Memi demişken, bir de bu Abbot ailesinin "kahvaltı istemiyorum memi, sadece kahve ve portakal suyu alacağım" diye bir tribi vardı, senelerce merak ettim, çocuğum tabi kahvaltıyı o şekilde pas geçme iznim yok. Sonra denedim bir gün, o kadar matah bir kombinasyon değilmiş, burdan sizlere sesleniyorum Abbot ailesi, efendi gibi edin kahvaltınızı!
5. Jill, ah Jill... Ne kadar muhteşem ve şahane bir kötü kadındın sen. Manikürcü iken Phillip Chancelor'ı ayartıp ondan bir çocuk yapmak suretiyle, ölüm döşeğinde evlenmiştin adamla. Yılların kırışık oyuncu Katherine'nin baş düşmanıydın sen. JohnAbbot ile evliyken, Jack Abbot'la yatmıştın sen. Entrikalar kraliçesiydin. Kalın dudaklarına parlak kırmızı rüjlar sürerek girdiğin her ortamda fırtına gibi eserdin. Sonra ne oldu? Gittiler seni sünepe tuhaf bir oyuncu ile değiştirdiler, o amazon halinden eser kalmadı. Yalan rüzgarı defteri benim için senden sonra kapandı. Şimdi soruyorum size, yukarıdaki kadın mı inandırıcı kötülükte, aşağıdaki mi yoksa?


Neyse efendim, bütün bu entrika dolu bölümler, aşk, şehvet dolu sahneler, ölen karakterler (sonra mutlaka ölmüş gibi yaptığını anladığımız karakterler), aldatanlar ve aldatılanlar arasında bu insanların işleri vardı ve çalışıyorlardı. Sarı ışıklı, kahverengi mobilyalı ve yeşil döşemeli odalarda iş toplantıları yapılıyordu. Bu odalardaki büyük ve parlak çalışma masalarının üzerinde ise hep (sonradan Viktor newman lambası olarak bilinecek olan) aynı masa lambası duruyordu:

Sonradan adının bankacı lambası olduğunu öğrendiğim bu lambalar uzun süredir alınacaklar listemde üst sırada yer alıyorlar. Ama bu lambalardan önce şu masalardan almam gerekiyor:

lambalar konusunda diğer bir takıntım ise Tiffany lambalar. Tiffany'de kahvaltıdan tamamen bağımsız bir takıntı bu, bir dönem okuduğum pek çok kitapta karşıma çıktıkları (tiffany lambasının ışığında öyleyken böyle görünüyordu...) ve o dönem neye benzediklerini anlamamın bir yolu olmadığı için kafamda giderek büyümüş ve güzelleşmiş lambalardı bunlar. Sonra bir şekilde öğrendim neye benzediklerini, kafamdaki kadar güzel olmasalarda, çok güzellerdi. Ve ben şu kırmızı koltuğuma oturup, tiffany lambamın ışığında kitap okuyacağım günleri bekliyorum. Çakma olsa da olur, Tiffany olması şart değil.


Masa lambalarına neden taktığıma gelince...(karizmatik bir üç nokta) Bugünlerde gerçekten disiplinli ve düzenli bir şekilde çalışmaya çalışıyorum. Özellikle okulda konsantrasyonumu ve motivasyonumu kaybetmeye çok müsait olduğum için bu, her gün ayrı bir mücadele anlamına geliyor. Bu savaşta elimi daha da güçlendirmek için kullandığım bazı araçlar var.
1. Dünyayla ilişkimi kesmek için kulaklıklarım
2. İşe yararlık hissi için kahve
3. Alanımı sınırlamak için masa lambası.

Masa lambasının sarı ışığının düştüğü belirli bir alan var. Etrafına göre daha parlak ve sınırlara sahip olan bu bölge benim kendimi, kendime ait bir odada hissetmemi ve böylece dışarıdan gelen dikkat bölücü uyaranlara karşı daha kayıtsız olmamı sağlıyor. Yukarıda gördüğünüz hem evde kullandığım, hem de Onurumun mirası olan okulda kullandığım masa lambasının bir örneği. Ama ben 3 sene önce ikea'da gördüğümden beri buna sahip olmak istiyorum:

Comments (0)