Merhaba pek sevgili blog okurlarım, yeni bir kızımız ne iş yapıyor bölümüyle daha karşınızdayım. Aslında bugün anlatacağım konu benim doğrudan üzerinde çalıştığım bir konu değil, ama yine de bellek ile ilgili ve pek de eğlenceli. Bir de üstüne sizin katılımınızı gerektiriyor.
Konunun geri kalanına geçmeden önce size bir sorum var: Hatırladığınız ilk anınız nedir? Şöyle bir düşünün ve gidebildiğiniz kadar geriye gidin. Zorlayın biraz kendinizi. Buldunuz mu? Tamam, şimdi bu olay kaç yaşınız da oldu, bir de onu bulmaya çalışın. Oldu mu? Harika.

Benim hatırladığım ilk anım şahane bir insan olan abime dair. Eski evimizin balkonundayız, ben yerde oturuyorum ve aşağıya bakıyorum, aşağıda abim bir sürü çocuğun arasında kafasını kaldırmış bana bakıyor, üstüne kukuletalı bir palto var. Kendi bacaklarımı görüyorum, boğum boğum bebek bacakları, kafamı arkaya çeviriyorum ve sırtımı dayadığım annemin bacaklarını ve dizlerindeki eteğinin uçlarını görüyorum. Bu kadar. Diğer bir anımda ise adadaki evdeyiz, babam yanımda uyuyor, odada turuncu bir ışık var, fitilli kadife bir pike var yumuşak. Babamı orada uyur halde bırakıp, yataktan sürüne yuvarlana aşağı iniyorum. Bu anım da bu kadar. Bu iki olayın da tahmini gerçekleşme yaşı iki. Yaşın neden önemli olduğuna az sonra değineceğim (Bu arada isterseniz ilk anılarınızı yorumlar kısmında paylaşabilirsiniz, pek zevkli olur okuması)

Yukarıda gördüğünüz tablo, yaşam boyu otobiyografik anıların nasıl dağıldını gösteriyor. Türkçe anlatmak gerekirse, ilk baştaki boşluk, çocukluk amnezisi olarak geçen, insanların genelde 4 yaşından geriye gidemediklerini ve bu dönemden anı hatırlayamadıklarını -ki bugün ilgi göstereceğimiz bölge orası-, sonrasında gelen bömçük, anı tümseği, insanların kabaca 10-30 yaş arası dönemden daha çok anı hatırladıklarını -ki nedenleri uzun ve ayrı bir yazının konusu-, sonda yer alan artış, yani yakınlık ise, yakın zamanda yaşadıkları olayları daha iyi hatırladıklarını gösteriyor -ki bunun pek bir açıklamaya ihtiyaç duyduğunu sanmıyorum-.
Çocukluk Amenizisi insanların hayatlarının ilk 4 yılından -ortalama bir sayı bu elbette- çok az miktarda anı hatırlayabilmelerine deniyor. Bu konuda çalışanların kullandığı iki temel yöntem var. İlki, benim de az önce size yaptığım gibi insanlara doğrudan ilk anılarını sormak. Diğer yöntem ise insanlara bir anahtar kelime verip, bu kelimenin hatırlattığı anılara ve olayın gerçekleştiği yaşa bakmak. Bu alanda yapılan çalışmalar olayın türünün ve katılımcının içinde yaşadığı kültürün ve cinsiyetin en erken anı yaşında bir etkisi olduğunu gösteriyorlar. Örneğin, aileden birinin ölümü, hastaneye yatmak, kardeş doğumu gibi olaylar daha erken yaşlarda olsalar bile hatırlanabiliyorlar. Asyalılar, Amerikalılara göre daha geç yaşlardan anılar hatırlarken, kadınlar erkeklere göre daha erken yaşlardan anı çağırabiliyorlar -burada da ödün vermiyoruz yani kızlar-

Peki hanımlar beyler, soruyorum sizlere, neden hepimizde hayatımızın ilk 3-4 senesi kayıp? Bununla ilgili çok çeşitli açıklamalar var. Ben sizinle sadece 4 tanesini paylaşacağım.

Bu açıklamalardan ilki psikoloji denilince herkesin aklına gelen ilk isim olan Sigmund Freud'dan geliyor. Freud'a göre bu yaşlarda gerçekleşen psikoseksüel gelişim süresince çocuklar pek çok travmatik olaylar yaşıyorlar ve bunları bastırmaya çalışıyorlar. Bu arada kurunun yanında yaş da yanıyor ve ne var ne yoksa bastırıp unutuyorlar. Freud'un teorilerine çok aşina biri değilim ama sanırım burada söylemek istediğini şöyle bir örnekle açıklayabilirim: Babasına son derece kıl olan erkek çocuk, parkta babasının annesine sarılmasından ve annesini kum havuzunda yalnız bırakmasından son derece travmatize olur ve bu nedenle ne bulursa hafızasının derinliklerine iter.

İkinci açıklama ise nörolojik gelişim ile ilgili. Bu açıklamaya göre hafızamızın var olmasını ve işlemesini sağlayan en önemli iki beyin bölgesi, hippokampüs ve prefrontal korteks, üç yaşımıza kadar tam olarak gelişmedikleri için, uzun süreli bellek ve otobiyografik bellek de oluşamıyorlar. Başka bir deyişle çocuk halimizden uzun süreli beklemekle, birinden şipşak fotoğraf makinesiyle uzun metrajlı film çekmesini beklemek arasında pek bir fark yok.

Burada bahsedeceğim son yaklaşım ise, çocukluk amnezisini dil gelişimiyle açıklıyor. bu açıklamaya göre, bu yaşlarda henüz tam olarak gelişmemiş olan dil becerileriyle çocuklar yaşadıkları olayları, kafaları dil bazlı çalışan yetişkin hallerinin anlayabileceği şekilde kodlayamıyorlar. Yani diyorlarki, Çocukken parkta kum havuzunda oynayışımızı, agu-agu-fuş-fuş-rın-rın-gugili şeklinde kodlayıp, sonra yetişkin halinizle bu anılara ulaşmayı ya da anlam vermeyi bekleyemezsiniz.

Çocukluk amnezisini açıklamaya çalışan başka yaklaşımlar arasında, bilişsel gelişim ve sosyo-kültürel yaklaşımları da sayılmalı. Ama buraya yazarak durumu karıştırmak istemiyorum daha fazla. Merak ederseniz sorun bana, ayrıntılı yazarım başka bir postta.

Comments (2)

On 26 Ocak 2011 03:01 , Feyza Z. Çolak dedi ki...

Hmm ben düşündüm düşündüm 4 yaşından geriye gidemedim. Emin değilim ama 3 de olabilirim. Bakırköy Çarşısı'nda sıkıyönetim zamanı annemin elini bırakarak kalabalıkta kaybolmuştum. Sonra üniformalı bi abla beni bi yemekhaneye götürmüştü. Sonradan öğrendim ki orası bir bankaymış, o zamanlar banka personeli üniforma giyermiş. Sonra orda şişman bi aşçı beni yüksek bir sandalyeye oturttu, çorba içirdi bi de börek yedirdi.

 
On 26 Ocak 2011 03:06 , Feyza Z. Çolak dedi ki...

Sonra da abla elimden tutup karakola götürüyorken beni yolda karşıdan gelen tutuşmuş anneme teslim etti. Şimdi bu olay 12 Eylül sonrası olmuş olsa 81 in başları desek 3-3,5 yaşında oluyorum. Çok ilgimi çekti devamını bekliyorum bunların :) Özellikle şu an içinde bulunduğumuz 30-39 yaş arasında niye daha az anı biriktiriyoruz onu merak ediyorum.