Dün akşam yorgun gözlerle kitabımı elime aldım, itiraf etmeliyim ki başta biraz isteksizdim. Ama sonra okumaya başladığımda her zaman olan şey oldu ve kendimi bu bölüm ne kadar da kısaymış diye söylenirken buldum.

Önce 2. bölümün son kısmına bir göz attım, bilgilerimi tazelemek için ve bölümün son cümlesini ilk okumada kaçırmış olduğumu fark ettim. Halbuki ne kadar da güçlü bir cümleymiş:
"Sen sadece bir görün. Senin görünmenle düşman, rüzgardaki bir saman çöpü gibi dağılıverir."
Sanırım bu cümle o dönem ve o bölgede sanatın, özellikle de resmin hangi amaçla kullanıldığını mükemmel şekilde özetliyor.

Sonra üçüncü bölümü okumaya başladım. Sanırım bu bölüm benim için en şaşırtıcı bölüm oldu. Bunun bir kaç sebebi var. İlki Gombrich'in bu bölümde gerçekten heyecan duyarak yazdığını hissettim. "Girit sanatının sevinçli devinimi". Tanımlamaya bakar mısınız? İnsanın aklına ilkbahar geliyor.

İkinci sebebim, daha önce bahsettiğim ve beni çok etkileyen bir şeyden bahsediyor olması. Yunan sanatçıların yeni bir sanat anlayışına doğru ilerlerken yaptıkları en önemli şey "eski reçeteleri izleyecek yerde, kendi gözleriyle bakmaya karar vermeleri". çok basit bir şeymiş gibi görünüyor değil mi? Tıpkı Kopenrik'in dünyanın evrenin merkezi olduğu reçetesini bir kenara bırakıp ölümsüzleşmesi gibi. Ama burada çok daha şaşırtıcı bir durum söz konusu. Bu binlerce yıl önce ölmüş isimsiz insanlar bir ayağın önden görünümünü çizme cesareti göstererek - dikkatinizi çekerim bir ayak - korkunç bir dönüşüm gerçekleştiriyorlar! Ve sanat artık bilinen sanat olmaktan geri dönülemez bir şekilde çıkıyor.

Üçüncü sebebim ise kendi adıma büyük bir şok yaşamam. 32 senelik hayatımda bir kere bile aklıma yunan heykelerinin renkli olabilecekleri gelmedi. Hep onları soğuk, beyaz, inanılmaz ve biraz da aristokrat şeyler olarak gördüm. Ama bir kere bile onların renkli, değerli taşlarla süslenmiş, canlı şeyler olabileceklerini düşünmedim. Ama nasıl düşünebilirdim ki, eserlerin kendilerini geçtim, yapıldıkları çağlarda geçen filmlerde bile bizim bildiğimiz halleriyle temsil ediliyorlar. Dünden beri bu renkli heykel fikrine alışmaya çalışıyorum, henüz başarılı olduğum söylenemez. Biz onları anamızın ak sütü gibi bilirken, onlar aslında böyle görünüyorlarmış:


Bu bölüm sanat dışında bana her zamanki gibi çok kendime dair bir şeyler söyledi. Eğer gerçekten bir yerlere varmak istiyorsam reçetelerden kurtulup her şeye yeni gözerle bakmalıyım ve Miron gibi kurallara sadık, ama kurallar arasında özgür olmalıyım. Bilim ve sanat çok fazla yerde dokunuyorlar birbirlerine ve ben buna bayılıyorum.

Comments (3)

On 21 Nisan 2011 01:10 , nedenmeli dedi ki...

oha bilmiyodum rengareenyk olduklarını.
bilmediğim ne çok şey var hayatta yahu didim. sabah kalkınca gazete okumaktan daha yararlı ve eylenceli seni okumak.

 
On 28 Kasım 2013 09:22 , sezenyildirim dedi ki...

Bu beni de çok şaşırttı. Atina'da arkeoloji müzesinde bunları anlatıyorlar. Ben de hepsi süt gibi bembeyaz sanıyordum. Oysa ki pek çoğu boyanmışlar. Çok garip geldi ama çok mantıklı değil mi:) Müzede güzelce renklendirilmiş heykeller de vardı, hatta bazı heykellerde eski boyaların kalıntıları bile vardı.

 
On 28 Kasım 2013 11:39 , rot dedi ki...

yaaa çok görmek isterdim o hallerini! Bu arada bu yorum bana yazdığımı bile unuttuğum bir şeyi hatırlattı.Teşekkürler :)