Sanatın Öyküsü'nün ikinci bölümünü okuduktan sonra damağımda kalan tat birinci bölüm ile aynı oldu. objeler - burada sanat objeleri- ve onlara yüklediğimiz anlamlar. Hayat şartlarının inanılmaz zor olduğu çağlarda bu şaşırtıcı bir durum değil aslında. Bir şeyin yapılmasına bu kadar zaman ve emek harcanıyorsa bu "şey" her ne ise bir amaca hizmet etmek zorunda. Ya tarih öncesi resimlerde olduğu gibi avcının avı üzerinde büyük bir güç sahibi olmasına ya da bir firavunun sonsuz yaşama kavuşmasına. Sanatı icra eden kişilere verilen isim bile bunu açıkça gösteriyor: "Heykelci sözcüğü o zaman 'yaşamı koruyan kişi' ile eş anlama geliyordu" diyor Gombrich. Mısırda yapıtların amacı çok net, yaşamı korumak. Bu nedenle herşeyin en olduğu haliyle gösterilmesi gerekiyor. Her şey, ağaçlar, kuşlar, balıklar, vücut parçaları en karakteristik haliyle gösteriliyor. Sanatçılar model olarak hafızalarını kullanıyorlar. Resmedilen obje hafızada ne şekilde temsil ediliyorsa o şekilde yansıyor duvarlara, papirüslere.
BU bilgiyle bakıldığı zaman o dönemin resimlerine, bir insanın iki tane sol ayağı varmış gibi görünmesi, yüzünün profilden ama gözünün önden görünüyor gibi çizilmesi çok anlamlı ve doğru geliyor insana.
Bir düşününce o dönemin mısırlı sanatçıları hafıza hakkında son elli yılda öğrendiğimiz pek çok şeyi çözmüşler ve hatta bazı teorilere kaynak olmuşlar gibi geliyor bana.
Ayrıca sanatın öyküsünü okurken belginlik kelimesiyle karşılaştım. Sonra pek sevgili Deniz'imin bir postu aklıma geldi ve sözlükten arattım. Türk Dil Kurumu'nun Büyük Türkçe sözlüğüne göre düşüncelerin tam bir açıklık ve kolaylıkla anlatılma niteliği demekmiş. belgin de fikri titizcesine bir tamlıkla anlatan (söz, ifade) anlamına geliyormuş.
Kelimenin anlamı iki yere dokundu içimde. İlki Belgin Doruk'la ilgiliydi. İsminin anlamı ve seçtiği mesleğin amacının uyumu çok hoşuma gitti. Sonra düşündüm, isimleri sadece ait oldukları kişilere bağlıyoruz genelde. Anlamlarının içini boşaltıyoruz. Ama durup bir "bu kelime ne anlama geliyor" diye düşününce, ismi isim olarak değil de, bir kelime olarak ele alınca, her şey farklı bir renge bürünüyor sanki, isim de kişi de.
Belginlik kelimesinin dokunduğu ikinci yer ise çok daha kişisel. Bu blogun amacını, belki hayatımın amacını tanımlıyor bu kelime. Şu ana kadar bu kelimeyi bilmiyor olmam, bu kelimeyle tam da şimdi karşılaşmam kadar şaşırtıcı geliyor bana.
01:28 |
Category:
sanatın öyküsü
|
2
yorum
Comments (2)
düşünce akışını çok beğendim:))
her şeyi öğrenmemizin bir vakti var gibi geliyor bana da. tesadüf değil yani:)