Evlenmeden önce Mafizimle eve alacağımız eşyaları konuşurken, 3 şeyi alacağımızdan kesinlikle emindik: ikimizin ortak isteği dev kütüphane, Mafizimin hayali bar ve benim hayalim sallanan sandalye. Bar ve kütüphane pek sevgili jack skellington'ın ailesi tarafından bize muhteşem bir düğün hediyesi olarak verilince, geriye bin tane mıncık mıncık eşya ve hayalimdeki sallanan sandalyeyi bulmak kaldı. Ancak İstanbul'daki binbir tane mobilya mağazasını gezmemize rağmen aradığım sandalyeyi bulamadım. Sallanan sandalyeler yok değildi, vardı, ama nedense hepsinin korkunç zebra, kaplan ya da leopar desenli minderleri vardı ve kesinlikle hayalimdeki resimle örtüşmüyorlardı.

Ayakkabılık, banyo dolabı, çamaşır sepeti gibi sıkıcı eşyaları bulmak için ava çıktığımız aşırı sıcak bir temmuz günü (4 temmuz aslında biliyorum, çünkü turşu suyu içmek için girdiğimiz turşucuda televizyondan Barış Akarsu'nun öldüğünü öğrenmiştik, flashbulb'ım var ana dair) avı bitirmiş eve doğru dönerken İstikbal mobilyacısına bir bakmaya karar verdik. Ve işte orada karşımda, daha önce hiç hayal etmediğim ama ilk görüşte aşık olduğum koltuğum duruyordu. Sallanan sandalyeden ziyade yaylanan tv koltuğuydu belki ama kırmızı kadiye kaplaması, bacak uzatma fasilitesi ve inanılmaz rahatlığıyla beni benden almıştı. Üstelik ucuzdu da. Kendimi koltuğuma oturmuş, şalıma sarınmış, siyah beyaz puantiyeli (2 gün önce aldığımız) ayaklı lambayı açmış kitap okuyup kahve içerken hayal edebiliyordum. Loş salonumuzda başka dünyalara akacaktım ve işte o koltuk bütün bunların anahtarı olacaktı. Aşağıda kendisini görebilirsiniz:

Yaklaşık 3 sene kadar oturduğumuz ilk evimizde kırmızı koltuğum kütüphanenin tam karşısında durdu. Evin girişinin hemen solunda mevkilenmesi nedeniyle başka dünyalarda geçirilen saadet dolu saatler yerine paltolar, çantalar, alışveriş poşetleri, faturalar gibi alakasız şeylere ev sahipliği yaptı. Yeri ve üzerinin sürekli dolu olması nedeniyle genellikle atıl kaldı, topu topu 2-3 kere hayal ettiğim şekliyle kullanıldı. Birinde kahve eşliğinde Edith Piaf'ın hayatını, birinde porto şarabı eşliğinde Anubis'in Kapıları'nı (ah ne güzel kitaptı o öyle), birinde de yanılmıyorsam okul için okumam gereken bir makaleyi okudum.

Bu sene yeni evimize eşyalarımızı nasıl yerleştireceğimizi düşünürken itiraf ediyorum ki, kırmızı koltuğun daha kullanılır bir yerde olması için uğraştım. Eve taşındığımızın ertesi günü koltuk camın önündeki yerine yerleştiği zaman birden kafamda geçireceğimiz güzel günler belirmeye başladı. Camın önündeki yeni ve şahane yerindeki koltuğma oturacak, kahvemi camın arkasına (sokağa göre), palyaçolarımı dizdiğim mermerin üzerine koyacak, hava güzelken renk renk açmış sakız sardunyalarıma kışın ve sonbaharda dışarıda yağan yağmura ya da kara arada bir göz atarak kitap okuyacak, belki yazı yazacak belki de hayallere dalacaktım. Evet senaryom son derece kesin ve lise iki romantikliğindeydi. Ama elbette işler gene beklediğim gibi gitmedi.

Bir kere koltuk camdan dışarı bakabileceğim şekilde değil de, odaya dönük bir şekilde konuşlandı. Taşındığımızdan beri evden kitap okuyacak zamanım yalnızca belimi sakatladığım ve evde yattığım 4 hafta boyunca oldu ve bol bol da kitap okudum evet ama, dediğim gibi yatıyordum. Tamam kabul ediyorum, planım bir nebzede olsa işe yaradı ve koltuğum daha sık kullanılmaya başlandı. Konumu ve hafifliği itibariyle kolayca salonun ortasına çekilip kalabalık misafirlerin ağırlanmasına yardımcı olabiliyordu. Rahatlığı nedeniyle eve gelenler tarafından tercih de ediliyordu, ben de oturup saatler süre muhabbetlere katılıyordum ama kafamdaki resim bir türlü hayata geçemiyordu. Ta ki bu geceye kadar. Evet bu gece, taşınmamızdan 4 ay sonra sonunda, koltuğuma oturmuş blog yazıyorum. Oturmadan hemen önce koltuğu cama doğru çevirdim, gecenin ikisi olduğu ve ben de bu sıralar alkolle arama mesafe koyduğum için -çok pis rejimdeyim- bana ne kahve ne de şarap eşlik ediyor ama olsun. Kafamdaki fotoğrafa çok benzer bir durumda ve ruh halindeyim.

Bana bu fırsatı verdikleri için, İstikbal mobilya tasarımcılarına, dudağım uçukladığı için seyredemediğim bütün korku filmlerinin nezdinde Paranormal Activity 2 filmine ve filmde emeği geçen herkese ve son olarak da korku filmi izlerken benim yatak odasına gitmeme gönülleri razı gelmeyen sevgili Görg.ümle Mafizime teşekkürü bir borç bilirim.

Comments (3)

On 27 Kasım 2010 01:43 , Feyza Z. Çolak dedi ki...

Bunun bir benzerini ben de İKEA dan almıştım. Evlenmeden önce bol bol oturup sallandım. Mum ışığında müzik dinledim. Şimdi evde çalışma odası-bisiklet odası-ütü odası olarak kullandığım odada duruyor. Henüz hiç oturamadım. Öyle bir vakit hiç olmadı. Kendisi yeni ütülenmiş gömlekleri, tişörtleri ve işten gelen sahibinin çantasını ağırlıyor bol bol. Hikaye çok tanıdık geldi o nedenle :)

 
On 27 Kasım 2010 03:49 , Adsız dedi ki...

eski evde bu koltuğu hiç hatırlamadığımı söylesem? yani bahsettiğin yerde, üzerine benim de paltomu, poşetimi bıraktığım bir "şey" olduğunu biliyorum ama neydi desen söyleyemezdim :)
bazı şeylerin hayatımızda hayal ettiğimiz yere gelmesi için biraz zaman gerek. belki de hayallerimizdeki olgunluğa, ruh haline ulaşmamızı bekliyor hayal nesnelerimiz. koltuğun da zamanı gelmiş artık :-)

 
On 29 Kasım 2010 00:46 , rot dedi ki...

heheh hepimizin bi koltuk hikayesi var di mi, feyzacım ama sen yenisin daha zamanı gelecek koltuğunda. Hem siz evde oturmuyorsunuz ki, koltuğa oturasın :)

d.cim o koltuğun yeni yeri ankaradaki evinizdeki kitap okuma koltuğumdan (bak benim diyorum, bi hafta üstünden kalkmadım çünkü) esinlenerek seçildi. Üstelik sizin ki kadar güzel olmasa da minik bir ağaca bakıyor, :) o yüzden her oturduğumda az sonra kapıdan içeri geleceksin ya da mushu gelip kucağıma oturacak gibi geliyor :)