Kafamda iki tane ses var sürekli konuşan. Bir iş yapacağım, bir karar vereceğim zaman ikisi birlikte ortaya çıkıp uzun ve bitmek bilmez tartışmalara giriyorlar.

İlk ses -ki ben ona rot diyeceğim- daha eski bir ses. Hani hepimizin kafasında olan düşüncelerimizin sesi. Şöyle yapsam, böyle yapsam, öyleyken böyle olur gibi şeyler söylüyor. Söyledikleri ve önerileri genelde benim yararıma olan şeyler. O anda öyle gelmese de, onu dinlediğim zaman çoğunlukla memnuniyet verici sonuçlar alıyorum. Sakin, tane tane, bağırmadan konuşan tatlı bir ses rot sesi.

İkinci ses ise -ki ona depresyon sesi diyeceğim- ergenlikte ortaya çıkmış, uzunca bir süre rot sesini baskısı altına alıp konuşmasına fırsat bırakmamış, sonunda bir kaç sene boyunca tamamen hakimiyeti ele geçirip hükümdarlığını ilan etmiş bir ses. Söylediklerini dinlediğimde başıma hep bir iş açılıyor, temizleyene kadar canım çıkıyor. Bir kaç örnek vermek gerekirse:
-Amaan şimdi kim çalışacak, film seyret.
-Boşver ya, o kadarcık patates kızartmasından bir şey olmaz.
-Sen çalıştın bildiğini biliyorsun, sınava girmesen de olur, sınavı kır, konsere git.
-Bu konser fazla eğlenceli sen eve git.
-Yarın yaparsın.
-Çok yorgunsun, bence taksiye bin.
-İğrençsin
-Salak

Evet, farketmişsinizdir, depresyon konuştuğu zaman ya o anda zevk verecek ama sonrasında beni depresifliğin derinliğine çekecek şeyler öneriyor, ya da hiç uğraşmadan direk saldırıya geçiyor. Saldırı örnekleri sadece yukarıdaki iki öneriden oluşmuyor elbette ama depresyonun bana söylediği şeylerin bir kısmını ağzıma almak istemem, o yüzden bunlarla yetineceksiniz artık ne yapalım.

Beynim 4-5 sene depresyon sesinin hakimiyetinde kaldıktan sonra tabi ki beklenen oldu ve depresyona girdim. İki sene muhteşem bir terapistle sancılı saatler yaşadıktan sonra artık hakimiyet bitmişti, rot sesi tekrar konuşabilmeye, fikir beyan etmeye başlamıştı. İşin kötü tarafı depresyon sesi bir kere kafanıza girdiyse, bir daha terk etmiyor sizi. Uçuk gibi düşünün. Pek sık ortalara çıkmıyor ama bağışıklı sisteminiz zayıfladığında ya da aşırı strese maruz kaldığınızda, bam bam! Hemen oracıkta bitiveriyor. Ama terapinin güzelliği de burada, size onu yok saymayı değil, onunla beraber yaşamayı ve dizginlemeyi öğretiyor. Ancak eğer sizi tedbiri elden bırakırsanız bir anda bir bakıyorsunuz ki, kendi sesiniz susmuş, yerine depresyon konuşuyor ve siz onu dinlediğinizin farkında bile değilsiniz.

Bana da aynen böyle oldu. Geçtiğimiz günlerde depresyon sesi sayesinde ufak çaplı bir sinir krizi geçirdim. Konuşanı kendi sesim zannettiğim için ne kendim müdahale ettim, ne de başkalarının müdahale etmesine izin verdim. Sonra sevgili Görg. dedi ki, kapa çeneni ve sadece beni dinle. Ben de tamam dedim. Aradan iki hafta geçtikten sonra farkettim ki zaten çok uzun zamandır kafamın içinde yanlış sesi dinliyormuşum. Hemen dizginleri ele aldım, yürü git dedim , yürü git!


Sonra düşündüm de, bu iki ses meselesi aslında o kadar sık rastlanan bir şey ki, büyük dinler bile bu konuya el atmak zorunda hissetmişler kendilerini. Bütün bu bir omzumuzda melek, bir omzumuzda şeytan fısıldıyor meselesi oradan geliyor bence.

saygılar sunuyorum.

Comments (0)